23 Mayıs 2009 Cumartesi

ANTALYA GEZİ ROTASINA DEVAM

Ne demiştik en son havaalanına indikten sonra aracınızı alıp direk alanyaya geçiyorduk burayı gezip öğleden sonra Alanya’ dan Manavgat’ a doğru gelirken 10-15 km ileride İncekum Plajın'da mola verin ve altın renkli plajda biraz güneşlenin, havuz gibi berrak sularda biraz yüzün.

Alanya İncekum Plajı

Alanya’nın 25 kilometre batısındadır. Karayolu kenarında otopark alanı vardır. Deniz ve plaj kumsaldır. Altın sarısı rengindeki kum olağanüstü incelikte ve vücuda yapışmayan türdendir. Bu nedenle bölgeye İncekum denmiştir. Plaj yaklaşık 1 kilometre uzunluğunda ve geniş bir koyun içindedir. Denizin derinliği on adım sonra diz boyuna ancak varır. Özellikle yüzmeyi yeni öğrenen çocuklar için ideal bir plajdır. Plaja giriş ücretsizdir. Plajdaki büfelerden şezlong ve şemsiye alınabileceği gibi günübirlik gelenler kendi malzemelerini de kullanabilir. Kıyada birkaç turistik otel ve karayolu kenarında kır lokantaları vardır.
Akşama doğru oradan çıkın 50-60 km yol yapın ve Side'ye gelin.Geceyi Side’ deki bir pansiyonda veya butik otelde geçirin.

Side

Side" adı Anadolu dilinde `Nar` anlamına gelmektedir. Bu özellik ve belgede bulunan bazı yazıtlardan elde edilen bilgiler Side tarihinin Hititlere kadar uzandığını göstermektedir. Fakat Anadolunun en eski yerleşim birimlerinden biri olan Side`nin İ.Ö.VII yy`dan önce kurulduğu da söylenmektedir.



Anadolu tarihleri içerisinde Side, diğer Pamphylia kentleriyle aynı aşamaları geçirmiştir. Yunanlılar İ.Ö. VII yy. göçler sırasında Side`ye gelmişlerdir. Eldeki yazıtlara göre İ.Ö. III yy` a değin de kente özgü bir dil konuşmuşlardır. Hala tam olarak çözülemeyen bu dil Hint-Avrupa dillerindendir. Side İ.Ö. VI yy`ın ilk yarısında Lidyalıların, İ.Ö. 547-546`da da Persler`in egemenliğine girmiştir.
Pers yönetiminde gelişen kent. İ.Ö. 334` de İskender`e teslim olunmuştur.İskender`in ölümünden sonra Antigonus`un (323-304). Ptolemaioslar`ın (301-215). İ.Ö. 215`ten sonrada Suriye Krallığı`nın denetimi altına girmiştir. İ.Ö. II yy. da Ptolemaioslar`ın güçlü savaş ve ticaret filoları sayesinde en parlak dönemini yaşayan kent, bu sürede imar edilip bir bilim ve kültür merkezi haline getirilmiştir.


İ.Ö. 188`de Apameia Barışı ile Bergama Krallığı`na bırakılan Side, Doğu Pamfilya bölgesiyle birlikte bağımsızlığını korumuş, büyük ticaret donanmasıyla refaha ve zenginliğe kavuşmuştur. İ.Ö. 78`den sonra Roma egemenliğinde bulunan kent, İ.S. II. Ve III. yy`larda bölgenin ticaret merkezi oldu. Özellikle köle ticaretinin sağladığı zengin ve parlak bir dönem yaşandı. II. yy boyunca bir bilim ve kültür merkeziydi. Suriye krallarından VII. Antiokhos, tahta geçmeden önce burada eğitim gördü. Kral olduğu zaman ( İ.Ö. 138 ) Sidetes adını aldı. Bu devre kadar başta Athena ve Apollon olmak üzere Afrodit, Ares, Asklepios ,Hegeia, Kharitler, Demeter, Dionisos, Hermes gibi birçok tanrıya inanıp tapan Side`liler İ.S. 4.yy`da hristiyanlaşmaya başlamışlardır. Side, İ.S. V. yy`da Pamfilya Metropolisi ( Piskoposluk Merkezi ) olunca, 5. ve 6. yy`da en parlak devrini yaşamıştır. Bu gelişim VII. IX. yy`lar arasında Arap akınları ile son bulmuştur. Kazılar sırasında büyük bir yangın ve çok sayıda deprem izlerine rastlanmıştır.


Arap istilası, doğal afetler kentin terk edilmesine yol açmıştır. XII.yy`da Arap coğrafyacısı Idrisi] burayı ölü bir kent olarak göstermekte ve Yanmış Antalya olarak tanımlamaktadır. İdrisi`ye göre 1150`ye doğru kent halkı Side`den göç etmiş, XII.yy`da Side tümüyle boşaltılmıştır. 13.yy`da Selçuklular`ın 14.yy`da ise Hamitoğulları_Beyliği ve Tekelioğulları`nın egemenliği altına giren Side`de bu devirlerde yerleşim olmamıştır. 15. yy`da kesin olarak Türk topraklarına katılmıştır. Ancak ne Osmanlılar nede Selçuklular Side`de oturmadıklarından, yarımada üzerinde Selçuklu ve Osmanlı dönemine ait eserlere rastlanmaz. 1895 yılında, yarımadanın uç kısmına bir köy kurularak Girit Adası’ndan gelen göçmenler buraya yerleştirilmişlerdir. Bugünkü köyün çekirdeğini oluşturan küçük köy zamanla tüm yarımadayı kaplamıştır.


Antik yapılarıyla kendine özgü mimarisiyle, köy evlerinin bir arada bulunması sonradan "Selimiye" adını alan Side`nin turizme açılmasında büyük rol oynamıştır. Side tarihin derin izlerini taşıyan bir kenttir.

Side Apollon Tapınağı

Athena Tapınağı ile birlikte Bizans bazilikasının avlusu içinde kalmıştır. Korinth düzeninde ve peripteros planlıdır. Roma Devrindendir. M.S 150 yıllarına tarihlendirilmektedirMısır Kraliçesi Kleopatra ile Romalı Komutan Antonius’un buluşup havuzunda yıkandığı yer olarak bilinen Side, eski Pamphylia’nın doğal limanıydı. Kentteki tarihi kalıntılar arasında Apollon Tapınağı’nın özel bir yeri var. . 1983-1990 yılları arasında bir köşesi restore edilerek ayağa kaldırılmıştır.

Öğleye doğru Manavgat’ a gelin ve Manavgat Şelalesi’ ni gezin. Orada biraz dinlenip bir çay içtikten sonra aracınıza binin ve Şelalenin 10-15 km yakınlarındaki Selaukeia Antik kenti’ ne bir uğrayın.

Manavgat Şelalesi

Antalya`ya 80 km mesafededir. Manavgat ilçesinin 3 km kuzeyinde bulunan ve adını bu ilçeden alan şelale, ırmak sularının 4-5 m`lik bir falezden düşmesiyle meydana gelir. Az bir yükseklikten dökülmesine rağmen geniş bir alan üzerinde gürül gürül akışı görülmeye değer bir manzara oluşturur. Ayrıca Manavgat Irmağı1 m besleyen kaynaklardan en büyüğü olan karstik Dumanlı kaynağı, sol kıyıdaki dik bir kayanın yüzünde bulunan küçük mağaralardan fışkırarak çıkar. Duman ve köpük halinde 15 m kadar yükselir ve ırmağa karışır. Kent gürültüsünden uzaklaşıp doğa ile başbaşa kalmak isteyenler için şelalenin çevresinde uygun piknik alanları vardır. Ayrıca çevredeki lokantalar, taze balık yeme imkanını sunarlar.

Seleukeia Antik Kenti



Büyük İskender`in haleflerinden Suriye Kralı I. Seleukos Nikator (İ.Ö. 321-280) adına kurulmuş 9 kentten biridir.
Side yönünden Manavgat şehir merkezine girmeden sola dönen yol 4 km. sonra Manavgat Şelalesi`ne, ardından da barajlar yönüne devam edip Şıhlar Köyü`nden Seleukeia Antik Kenti`ne ulaşır.
Kent, 1972-79 yılları arasında İstanbul Üniversitesi adına Prof. Dr. Jale İnan ve ekibi tarafından kısmen kazılıp, onarılarak gezilebilir hale getirilmiştir. Bu çalışmalar sayesinde gün ışığına çıkarılan iki Hellenistik mozaik buluntusu ile güncelliğini devamlı korumuştur.
Seleukeia, Toroslar`ın eteğinde güneyde eğimli bir dağ yerleşimi olarak kurulmuş ve sadece güneydoğu yönünden sur duvarlarıyla çevrilmiş olup günümüz kalıntılarının birçoğu Helenistik ve Roma dönemlerine aittir.
Seleukeia Antik Kenti buluntuları arasında en önemlisi hiç şüphesiz "Yedi Bilgeler Mozaiği" olarak adlandırılan ve yine Antalya Müzesi`nde sergilenen mozaiktir. Gerek işçilik ve renkliliği, gerekse Anaksagoras, Pythagoras, Demosthenes, Lykurgüs, Thukydides ve Salon gibi yedi ünlü düşünürün portlerini içermesiyle çok ayrıcalıklı bir öneme sahiptir. Agoranın güney ucundaki yarı daire planlı yapının meclis binası (bouleuterion) veya konser salonu (odeion), kuzeyindeki iyi korunmuş küçük yapınınsa tapınak kalıntısı olduğu anlaşılmaktadır.

İkindi vakti Manavgat’ dan çıkıp Serik’ e giderken yol üzerindeki Aspendos Antik kenti ve Aspendos Tiyatrosu’ nu mutlaka görün, gezin, inceleyin. Akşamüzeri oradan ayrılın ve Antalya’ ya doğru yola çıkın.


Aspendos Antik Kenti ve Aspendos Tiyatrosu



Aspendos, Serik ilçesinin 8 kilometre doğusunda, Köprüçayı`nın dağlık bölgesinden düzlüğe ulaştığı yerde M.Ö. 10. yüzyılda Akalar tarafından kurulmuş ve antik devrin mamur zengin kentlerinden biridir. Buradaki Tiyatro M.S. 2. yüzyılda Romalı`lar tarafından inşaa edilmiştir. Kent biri büyük, biri küçük iki tepe üzerine kurulmuştur.

Coğrafyacı Strabon ve Pamponrus Mela, Kentin Agruslularca kurulduğunu yazarlar. Bölgeye M.Ö. 1200`den sonra Yunan göçleri olmuştur oysa Aspendos adının kaynağı Gremlerden önceki yerli Anadolu dilidir. Önemli bir ticaret yolu üzerinde olduğu ve Köprüçay Irmağı ile limana bağlandığı için Aspendos, her çağda ele geçirilmek istenen kentler arasında yer almıştır.
Aspendos`un en önemli yapısı tiyatrosudur. Antik tiyatrolar arasında en iyi şekilde korunanarak gelmiş bir açık hava tiyatrosudur. Bu tiyatro Anadolu`daki Roma Tiyatrolarının günümüze sahnesi ile ulaşabilen en eski ve sağlam bir örneğidir. Mimarı Aspendos`lu Theodorus`un oğlu Zenon`dur. Antonius Piu zamanında (138-164) yapılmıştır. Tiyatro, kentin yerli tanrıları ile imparator ailesine sunulmuştur.
Aspendos her yıl binlerce yerli ve yabancı turist tarafından ziyaret edilmektedir ve birkaç sene öncesine kadar konserler ve aktiviteler için kullanılmaktaydı.
Bir de Aspendos Antik Tiyatrosunun küçük bir hikayesi var. Aspendos kraşının o zamanlar çok güzel bir kızı vardır ve herkes onla evlenmek ister.Fakat kral kimde karar kılacağını bilemediği için halka şöyle duyurur:kim halkımız,şehrimiz adına en yararlı ve güzel şeyi yaparsa kızımı ona vereceğimBu durum üzerine de iki büyük eser çıkar bu iki eseri de iki ikiz kardeş ortaya koyar . Bu eserlerin birisi şehre kilometrelerce uzaktan ,müthiş bir geometrik hesaplamanın sonucu olarak ortaya çıkarılıp inşa edilmiş kasabaya su getiren su kemerleri; diğeri ise orkestrasında yere metal para atıldığında en üst tarafından dahi o sesin duyulduğu dünyanın o zamanki ve günümüzün akustik olarak en iyi olan tiyatrosudur.mimarı da Zenon`dur. kral su kemerlerini gördükten sonra kızını su kemerlerini yapan mımara vermek ister fakat daha sonra da tiyatroya girdiğinde tiyatronun yukarı tarafında gezerken bir ses duyar.ses kıralın kızını ben almalıyım onu bana vermeli der.bu akustiğe hayran kalan kral kızını mimar Zenon a vermekte karar kılar .


Akşam yemeğinizde mutlaka yolunuzun üzerindeki Aksu’ da meşhur köfte – piyaz yeyin. Bizce Türkiye’ deki en lezzetli piyazı Aksu’ da yiyebilirsiniz. Akşam yemeğinden sonra 15 km daha yapıp Antalya merkeze gelin ve Kaleiçi‘nde bir tarihi pansiyona yerleşin. Eşyalarınızı yerleştirdikten sonra kısa bir Kaleiçi turu yapın, Yatlimanı’ na inin, Karaoğlan Parkı’ nı gezin,Hıdırlık Kulesi’ nin yanından denizi seyredin.

Antalya Kaleiçi

Kale İçi`nin sokakları dardır. Çoğunlukla limandan yukarılara doğru, dış surlar yönünde uzanırlar. Evler sahiplerinin ekonomik güçleri ve kullanılış amaçlarına göre farlılık gösterebilmektedir. Fakat ortak özellikleri çoktur. Genellikle yığma taştan ve ağaç bağlantılı olarak yapılmışlardır. Hepsinin bir sokak cephesi ve bir de sokak görmeyen bahçesi bulunur. Sokağa bakan yüzde, ilk katta çok az pencere vardır. Üst katta ise "Cumba" denilen ve hem ev, hem de sokak mimarisine uygun olarak yapılmış çıkmalar vardır. Bu çıkmalar ağaç süslemelerle bezenmiştir. Evlerin merkezini, zemin katta, bahçeye açılan ve taş zeminli "Taşlık"lar oluşturur. Bu taşlıklarda ağaçtan dinlenme kanepeleri vardır. Buralardan zemin kattaki odalara geçilebildiği gibi, üst kata da bir merdivenle ulaşılır. Zemin kat evin daha çok hizmet bölümüdür. Depo, mutfak gibi görevi olan odalar buradadır. Üst kat ise yaşam içindir. Üst katın odalarının pencereleri daha büyük olduğundan dolayı daha aydınlıktır. Çoğunlukla bu odalarda üst üste iki sıra pencere vardır. Üst pencereler camsız olup ağaç kafeslerden oluşmakta, alt pencereler açılıp kapanabilir türdendir. Cumbaların üst pencerelerinde küçük boyutta ve genellikle renkli camlar bulunur. Kale içinde birçok ev aslına uygun restore edilmiştir. Kale içi günümüzde, eğlence yerlerinin, pansiyonların, restoranların, hediyelik eşya satan dükkanların ve antika halı satan mağazaların bulunduğu eşsiz güzellikte bir turizm merkezi olmuştur.
Antalya limanı bir zamanlar Türkiye`nin güney kıyısında Mersin`den sonra gemilerin yanaşabileceği ikinci limandı. Bu gün ise bu limandan sadece yatlar yararlanmaktadır. Kentin batısında yapılan Endüstri Limanı`nın çalışmaya başlaması ile eski limanın adı "Yat Limanı" olarak değişmiştir.

Antalya Yat Limanı



Mülkiyeti Hazineye ait olan Kaleiçi Yat Limanı 05/12/2001 tarihinde 10 yıllık süre ile Antalya ili Defterdarlığından kiralanmıştır.
Halen Antalya Büyükşehir Belediyesi İşletme ve İştirakler Daire Başkanlığına bağlı Yat Limanı İşletme Müdürlüğü tarafından yönetilmektedir.
İşletmemiz 2634 sayılı Turizm teşvik kanununun 37. Maddesinin A fıkrasının 4 numaralı bendi uyarınca düzenlenen Yat Turizmi Yönetmeliği, Antalya Büyükşehir Belediyesi Yat Limanı İşletme Yönetmeliği, 5216 sayılı Büyükşehir Yasası ve diğer Belediye gelirleri ile ilgili yasalar çerçevesinde hizmet vermektedir.
Halen Yat Limanımızda yıllık bağlama sözleşmesi olan 46 adet yat bulunmaktadır. Ayrıca 2004 Yılında 125 Yabancı 130 TC bayraklı
yat limanımızda konaklamıştır.
Yat Limanı’nda sağlanan hizmetler şunlardır :
• 24 saat vardiya sistemi ile yatlara giriş ve çıkışlarında palamar, elektrik ve su, wc, duş üniteleri ile hizmet verilmesi
• Deniz hava tahmin raporlarının günlük olarak ilan tahtasına konularak yatçılara bilgi sağlanması, fırtına ihbarlarının yazılı ve sözlü olarak iletilmesi,
• Hava muhalefetlerine göre gerekli durumlarda, denizde can ve mal emniyetini sağlamak üzere limanda gerekli önlemlerin alınması,
• Çevre temizliği, yatlara evsel atık, sintine ve katı atık toplama hizmetleri verilmesi,
• Park ve bahçelerin bakım ve onarımlarının yapılması.


Karaoğlan ( Karaalioğlu ) Parkı


Karaoğlan (Karaalioğlu ) Parkı, falezlerin üzerinde, çeşitli ağaç türlerini içinde banndıran ve kentsel hafızada önemli yeri olan bir `kent balkonu` niteliğindedir.
Park, Cumhuriyet Dönemi`ne ait, çağdaş ilk çevre düzenlemesidir. 1940`ların kentsel yaşamının tanığı olan Karaalioğlu Parkı zaman içinde yapılan yanlış müdahalelerle özgün niteliğini yitirmiştir.

Hıdırlık Kulesi


Surların güneydoğu köşesinde,Karâalioğlu Parkı`nın kuzeyinde deniz kenarında yer alan iki katlı bir kuledir. Yapılış tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte, Hellenistik dönemde kare planlı olarak yapıldığı, daha sonra yuvarlak hale dönüştürüldüğü sanılmaktadır. Kulenin üst kısmında Selçuklu ve Osmanlı dönemlerine ait onarım izleri görülmektedir.

Kara surlarının en güneydeki başlangıç noktasında bulunan alt kısmı kare, üst kısmı silindir şeklinde olan bir kuledir. Antik çağdan kalma bir yapı olup, içinde kare şeklinde büyük bir kütle vardır.

Kulenin yapısı son derece sağlamdır.Bir mezar anıtı olduğu, iç yapısının özelliği nedeni ile savunma amacıyla kullanılan ya da işaret ateşi yakılan bir yer olduğu sanılmaktadır. Ancak bir ara deniz feneri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Yüksekliği yaklaşık 13.5 m`dir.

Geceyi Kaleiçi’ nde geçirdikten sonra sabahleyin Kemer’e geçin. Kemer Yat Turu‘ na katılıp tam gün adaları, koyları,Phaselis'i ,Olympos ’u görün. Akşamüzeri Kemer’ e dönün ve aracınıza binip Olympos’ a doğru 40-50 km’ lik bir yola çıkın. Akşamleyin Olympos’ a ulaşın ve geceyi Olympos'daki dünyaca ünlü ağaç evlerde geçirin.
Antalya Kemer Yat Turu

Phaselis Antik Kenti




Phaselis , Antalya’ya 35 km. uzaklıkta, Tekirova’nın hemen yanı başındaki antik bir kenttir. Phaselis, Hellen dilinde “Tanrı esirger” anlamında bir sözcüktür. Bilge Umar’a göre Luwi kökenli olup “deniz kentçiği” anlamındaki “ Passala” dan gelir.

Efsanelere göre, kent M.Ö. II.bin’in sonunda Mopsos ve Lakious tarafından kurulmuştur. Tarihçi Athenaios’un anlattığı efsaneye göre Lakious kendine bağlı bazı kabilelerle buraya gelmiş araziyi beğenmiş ve şehrin burada kurmaya karar vermiş. Fakat o sırada burada Kylabras isimli bir çoban yaşıyor ve sürülerini de burada otlatıyormuş. Lakious , o sıralarda para mefhumu olmadığı için çobandan araziye karşılık hububat veya balık teklif etmiş. Çoban kurutulmuş balığı tercih etmiş ve topraklardan sürüsünü alarak çekip gitmiş. Bu yüzden kuru balığı burada adak olarak kullanmak bir gelenek olmuş. Sonraki yüzyıllarda bu o kadar benimsenmiş ki ucuz bir adak için “Phaselis adağı” bir deyim olarak kalmış.

Strabon, Phaselis’in üç limanı olduğunu, en büyüğünün ise yarımadanın güneyindeki olduğunu yazmaktadır. Kentin kuruluşu kesinlik kazanamamakla beraber tarihte ismi en erken Fenike ile Yunanistan arasında ticaret gemilerinin uğrak yeri olarak geçmektedir. Kent M.Ö.690 ‘da zengin ormanlık bölgeye yakın oluşundan ötürü Rodosluların bir kolonisi olarak kurulmuştur. M.Ö.VII - VI.yy.larda geçimini denizden sağlamış ve ticaretle gelişmiştir. Batı Anadolu’ya Persler egemen olduğunda Phselis de bundan nasibini almıştır. Kent ilk sikkelerini M.Ö. V nci yy.da Pers standartlarına göre basmıştır.M.Ö. V.yy.a ait, bilinen en eski gümüş sikkelerinin üzerinde bir tarafında gemi diğer tarafında da bir yıldız bulunur.M.S. 3.yy. a kadar da sikke basımı devam eder. Büyük İskender’in Anadolu’ya gelişinde kent kapılarını ona açmıştır. İskender’in bu kentten nasıl faydalandığını Strabon şöyle anlatır:

“... bundan sonra, önemli üç limanlı bir kent olan Phaselis’e ve bir göle gelinir. Bunun yukarısında, bir dağ olan Solyma ve dağlar arasındaki uzun geçitlerin yanında kurulmuş Termessos uzanır. Bu uzun geçidin içinden Milyas’a dağı aşan bir boğaz vardır. Aleksandros (İskender) geçidi açmak istediği için Milyas’ı yakıp yıktı. Phaselis yakınında deniz kenarında dağlar boyunca Aleksandros’un ordusunu geçirdiği uzun geçitler bulunur...”

İskender Phaselis’lilere son derece iyi muamele etmiş,hatta Pamphlia kentlerinin elçilerini bile burada kabul etmiştir. İstender’in ölümünden sonra, diğer Lykia kentleri gibi M.Ö.309-197 arasında Ptoleimaios’luların yönetimine girmiştir. Apameia barışından sonra kentin idaresi Rhodos’lulara verilmiştir. M.Ö. 160’da kent özgürlüğüne kavuşur ve Lykia Birliğine katılır Bu arada kent bir müddet Olympos ile birlikte korsanlara yataklık etmiştir. Roma’nın bölgeye hakim olmasıyla, M.Ö. 42’de Brutus kente gelmiş, bölgeyi korsanlardan temizlemiş ve böylece Roma hakimiyeti başlamıştır. Bundan sonra kentte büyük bir gelişim olmuştur. İmparator Hadrianus M.S.129’da Phaselis’e gelmiş,kentliler de kendi olanaklarıyla yaptıkları imparatorun heykelleriyle her tarafı donatmışlardır. Ayrıca İmparatorun gemisinin yanaşacağı limanın yoluna da anıtsal bir kapı inşa etmişlerdir.

Bizans döneminde kent önemli bir piskoposluk merkezi olmuşsa da M.S. III.yy.da elverişli limanlarından ötürü korsan baskınları yeniden başlamıştır. Bunun yanı sıra Arap akınlarında da zarar gören kent M.S.IX.yy.da terkedilmiştir. Bu Lykia kentinde ticaret her şeye egemendir. Antik dünyada burada yetişen yaban gülleri ve ondan yapılan parfüm çok beğenilirdi. Tüccar olan halkı sırf işleri bozulmasın diye Pers istilasında bile onlara yataklık etmişlerdir. Zaten sikkelerindeki gemi ticareti,balık ise kuruluş efsanesini simgeler. Kent insanlarının devrinde pek makbul sayılmadığını Athenaus anlatmaktadır. Hatta devrin tanınmış müzisyenlerinden Statonikos bir içki meclisinde, kendisine yöneltilen dünyadaki aşağılık insanların kimler olduğu sorusunu şöyle yanıtlamış:

“Pamphylialılar’ın en aşağılık insanları Phaselisliler, tüm dünyanın en aşağılık insanları ise Side’lilerdir.”

Phaselis’in Kalıntıları

Phaselis’in kazı çalışmaları Kültür Bakanlığı ile İl Özel İdare Müdürlüğü arasında yapılan protokolle Antalya Müzesince yürütülmektedir.

Burası limanları ile ünlü bir kent olup, bunların en büyüğü yarımadanın güney-batısındakidir ve bu limanın girişinde 200 m. uzunluğunda bir de mendirek vardır. Bugün bu mendireğin büyük bir bölümü sular altında kalmıştır. İkinci limanı tiyatronun kuzey-doğusundadır, bunun da bir mendireği vardır ve günümüze çok iyi bir durumda gelmiştir. Üçüncü liman kuzeydeki geniş kumsaldadır. Limanın güneyindeki rıhtımın kalıntıları göze çarparsa da buraya mendirek yapılmamıştır.

Phaselis’i kuşatan surların kalıntıları yarımadanın güney-batısında görülmektedir. Bizans devrinde de onarılan surlar eski özelliklerini hemen hemen bütünüyle yitirmiştir.

Phaselis’in devlet yönetim ve diğer önemli yapıları kuzey ve güneydeki limanları birbirine bağlayan ana caddenin her iki yanına sıralanmışlardır. Uzunluğu 125 m.,genişliği de 20-25 m. olan caddenin iki yanına üçer basamakla çıkılmaktadır. Ortasında bir de meydan oluşturan cadde düzgün taşlarla döşenmiş,altına da mükemmel bir kanalizasyon sistemi yapılmıştır. İmparator Hadrianus’un kapısının kalıntıları da caddenin batısında,cadde boyunca sıralanmış dükkânlar, onların arkasındaki karmaşık plânlı yapı ile hamam ve Gymnasium oldukça iyi durumdadır. Gymnasium’un arkasındaki spor eğitimi için yapılan odalar geç devirlerde yapılan eklerden ötürü özelliğini büyük ölçüde yitirmiştir. Bununla beraber mozaik döşeli tabanı, iki kapı ile güneydeki soyunma ve soğukluk, ılıklık kısımlarına girilen bölümleri yine de iyi durumdadır. M.S. III.yy.da yapılmış Hamam’ın sonraki dönemlerde de kullanıldığı açıktır.

Agora Hamam’ın güneyinde olup meydana büyük bir kapı ile açılır. İmparator Hadrianus döneminde (M.S.117-138) yapıldığından ötürü de Agora’ya İmparatorun ismi verilmiş olup caddeye bakan duvarlarına heykeller yerleştirilmiştir. Bunların arasında Lykia kentlerine yardım eden ve özellikle en büyük desteğini buraya veren Rhodiapolisli Opramoas ile Saxa Amyntianus’un heykellerinin farklı bir konumu olmuştur M.S.V-VI. yy.larda Hadrianus Agorası’nın kuzey-batısına, bugün yalnızca apsis’i görülen, dikdörtgen plânlı bir bazilika eklenmiştir.

Phaselis ana caddesinin meydanla birleştiği yerin güneyine ikinci bir Agora daha eklenmiştir. Domitianus Agorası diye adlandırılan bu Agora da İmparator Domitianus’un (M.S.81-96) kente yaptığı yardımların bir nişanesidir. Geç dönem mimarisini yansıtan bu Agora caddeye iki kapı ile açılır. Kapılardan birisinin üzerinde,İmparator Domitianus’un yazıtı vardır. Avlulu büyük yapı kompleksi şeklindeki agoranın portiklerle çevrili bir iç avlusu vardır. Bunların arkasındaki dükkanlar günümüze oldukça iyi bir durumda gelebilmiştir.

Tiyatro yarımadanın üzerindeki tepeciğin en üst noktasında olup batıya doğrudur. M.S. II.yy. tarihlenen tiyatronun, Hellenistik bir yapı üzerine kurulup kurulmadığını anlamak için elimizde yeterli bilgi ve belge yoktur. Yaklaşık 1500-2000 kişilik bir kapasiteye sahiptir. Hem kente hem de denize hakim olan tiyatroya ana caddeden taş merdivenlerle çıkılmaktadır. Giriş ve çıkışlar yan tarafta olup Cavea yarım daire şeklindedir ve dörder merdivenle beş bölüme ayrılmış 20 oturma sırası vardır. Scene’ye beş ayrı kapıdan girildiği kalıntılardan anlaşılmaktadır. İki kattan oluşan tiyatronun üst kısmı günümüze ulaşamamıştır. Phaselis Tiyatrosu’nun üzerindeki Akropol’de Athena Mabedi bulunuyordu. Ayrıca Herakles, Hestia ve Hermes’e adanmış tapınakların olduğu kaynaklardan öğrenilmektedir.

Kentin birkaç yerinde Nekropol varsa da bunlar büyük ölçüde defineciler tarafından tahrip edilmiştir. En iyi durumda olanı ise deniz kenarında, kuzey limanı tarafındakidir.


Olympos

Zenginliğinden ötürü Olympos`un federasyonda üç temsilcisi bulunmaktaydı (bu kadar zengin olmayan kimi üyelerin sadece bir temsilcisi bulunmaktaydı). Kent bu dönemde korsanların baskınına maruz kalıyordu. Daha sonraları, kent Romalı komutan Isauricus tarafından kurtarıldı. Kentin zenginliği ticaretteki stratejik konumundan ötürüydü – kentin doğal limanını kullanan Cenevizli ve Venedikli tüccarlar kent refahına katkı sağlıyorlardı.

On yedinci yüzyıldan sonra Olympos güzel bir ortamda huzur arayanların hedefi olmuştur. Tarihle bu kadar iç içe olmasına rağmen insanları Olympos`a çeken şeyin sadece kentin geçmişi olmadığı da bilinmelidir. Akdeniz`in berrak sularının çağrısına hayır demek çok zordur. Olympos`a gelirken yanınızda mutlaka mayo olmalıdır. Tekneden denize atladığınızda çakıl taşlarına sanki elinize uzattığınızda dokunacakmışsınız gibi görünür – ancak gerçekte sizden muhtemelen yedi sekiz metre uzaktadırlar! Deniz kıyısından bakıldığında kentin antik akropolisi dağın kenarından kolayca görülebilir. Denize girdikten sonra üzerindeki tuzları atmak isteyenler vadiden akan ve denize ulaşmadan önce Lykia harabelerinin içinden geçen dereye girebilirler. Serin sularda kulaç atarken şehrin kalıntılarından bir lahit gözünüze çarpabilir. Bu lahit Kaptan Eudomos`undur – lahit üzerinde kaptanın anısına bir gemi kabartması ve bir yazı bulunmaktadır. Çam ormanının içinden geçen patika Roma tapınağına ulaşır.
Olympos Ağaç Evler ( Bungalows )


Olympos`a gelirken derin bir tarihi bilgi ya da rehbere ihtiyacınız yoktur. Ancak, kentin tarihini bilmeniz attığınız her adımı ve gezdiğiniz her harabeyi daha canlı ve keyifli yapacaktır. Lykia döneminde bir liman şehri olan Olympos Lykia Federasyonu`nun bir üyesiydi. Zenginliğinden ötürü Olympos`un federasyonda üç temsilcisi bulunmaktaydı (bu kadar zengin olmayan kimi üyelerin sadece bir temsilcisi bulunmaktaydı). Kent bu dönemde korsanların baskınına maruz kalıyordu. Daha sonraları, kent Romalı komutan Isauricus tarafından kurtarıldı. Kentin zenginliği ticaretteki stratejik konumundan ötürüydü – kentin doğal limanını kullanan Cenevizli ve Venedikli tüccarlar kent refahına katkı sağlıyorlardı.
On yedinci yüzyıldan sonra Olympos güzel bir ortamda huzur arayanların hedefi olmuştur. Tarihle bu kadar iç içe olmasına rağmen insanları Olympos`a çeken şeyin sadece kentin geçmişi olmadığı da bilinmelidir. Akdeniz`in berrak sularının çağrısına hayır demek çok zordur. Olympos`a gelirken yanınızda mutlaka mayo olmalıdır. Tekneden denize atladığınızda çakıl taşlarına sanki elinize uzattığınızda dokunacakmışsınız gibi görünür – ancak gerçekte sizden muhtemelen yedi sekiz metre uzaktadırlar! Deniz kıyısından bakıldığında kentin antik akropolisi dağın kenarından kolayca görülebilir. Denize girdikten sonra üzerindeki tuzları atmak isteyenler vadiden akan ve denize ulaşmadan önce Lykia harabelerinin içinden geçen dereye girebilirler. Serin sularda kulaç atarken şehrin kalıntılarından bir lahit gözünüze çarpabilir. Bu lahit Kaptan Eudomos`undur – lahit üzerinde kaptanın anısına bir gemi kabartması ve bir yazı bulunmaktadır. Çam ormanının içinden geçen patika Roma tapınağına ulaşır.

(Devamı yakında:) )

17 Mayıs 2009 Pazar

ANTALYA GEZİ ROTASI

İLK DURAK:ALANYA


Havalimanında indiğiniz zaman ilk işiniz aracınıza binip Alanya'ya gitmek olsun.


Alanya Kuzeyinde Toros Dağları Güneyinde Akdeniz`in bulunduğu küçük bir yarımada üzerinde kurulmuştur. Antik çağda Pamfilya ve Klikya arasındaki çizgide yer aldığı için pazen Pamfilya bazen de Klikya olarak anılmıştır. Alanya`nın ilk iskanı ile ilgili kesin bir bilgi bulunmamaktadı r. Prof Dr Kılınç KÖKTEN `in 1957 yılında Kent merkezine 12 Km uzaklıkta yer alan Kadıini Mağarasında yaptığı araştırmalar, bölge tarihinin Üst Paleolitik ( M.Ö.20,000,-17, 000,) dönemine kadar uzandığını göstermektedir.
Alanya`nın ilk kez ne zaman ve kimler tarafından kurulduğu henüz bilinmemektedir. Kentin bilinen en eski adı Korakesium dur. Bizans döneminde ise Kalanoros ismi verilmiştir. 13, YY da Anadolu Selçuklu Hükümdarlarından 1, Allaaddin Keykubat`ın (1200-1237) kaleyi alması ile şehrin ismini Alaiye olarak değiştirmiştir. 1935 yılında Kenti ziyaret eden Atatürk ise Alanya adını vermiştir. (Korekesium`dan İlk kez bahseden M.Ö.4, Yüzyıl antik coğrafyacılarından Scylax`dır Bu dönemde bölge Anadolu`nun önemli bir bölümünü istila eden Perslerin egemenliği altındadır. Daha sonra ünlü antik çağ yazarı Strabon, Piri Reis, Seyyep, İbn-i Batuta ve Evliya çelebi bölgeyi gezen seyyahlar olup eserlerinde kentten bahsetmektedirler.
Bölgenin ilk çağları ve Bizans dönemi hakkında fazla bilgimiz yoktur.M.S.7. yüzyılda arap akınları sırasında kent savunması daha da önem kazanmış,akınlara karşı korunmak amacıyla kale yapımlarına öncelik verilmiştir.Bu nedenle Alanya ve çevresindeki pek çok kale ve kilise M.S.6 ve 7.yüzyıla tarihlenmektedir.
Anadolu Selçuklu hükümdarlarından 1. Alaaddin Keykubad, Alanya kalesinde hüküm süren ve hristiyan sülalelerinden olan Kyr Vart` ı 1221 yılında yenilgiye uğratarak Kaleyi ele geçirmiştir. Hükümdar kendi adına burada bir saray yaptırmıştır.Selç uklu`lar başkent Konya`nın yanısıra Alanya`yı ikinci bir başkent ve kışlık merkez olarak kullanarak imar faaliyetlerinde bulunmuşlardır.
1243`deki Moğol saldırıları 1277`de Mısır Memlüklerinin Anadolu`ya girmeleri Selçukluları yıpratmış, 1300 yılında Selçuklu Devleti parçalanmış ve bölge Karamanoğulları tarafından beşbin altın karşılığında Memlük Sultanına satılmış daha sonra 1471 yılında Fatih Sultan Mehmet zamanında Osmanlı Devleti sınırları içerisine alınmıştır.
Alanya, Tarsus ile birlikte 1571 yılında Kıbrıs eyaletine bağlanmış,1864 yılında ise,Konya vilayetinin sancağı olmuştur. 1868 yılında Antalya`ya bağlanmış, 1871 yılında bu ilin ilçesi olmuştur


Alanya'da Görülecek Yerler:


ALANYA KALESİ


Surlarının uzunluğu 6.5 kilometreyi bulan Alanya Kalesi, denizden 250 metreye kadar yükselen yarımada üzerindedir.. . Kandeleri adıyla da bilinen Alanya yarımadasındaki yerleşim, Helenistik döneme kadar inmekle birlikte günümüze kalan tarihi dokusu 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. Kale, 1221 yılında kenti alıp yeniden inşa ettiren Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından yaptırılmıştır. Kalenin 83 kulesi ve 140 burcu vardır. Ortaçağda surların içine yerleşmiş kentin su gereksinimi sağlamak üzere 400`e yakın sarnıç yapılmıştır. Sarnıçların bir kısmı günümüzde de kullanılmaktadı r. Surlar, planlı bir şekilde Ehmedek, İçkale, Adam Atacağı, Cilvarda burnu üstü, Arap Evliyası Burcu ve Esat Burcu`nu inerek Tophane ve Tersane`yi geçip Kızılkule`de son bulacak şekilde inşa edilmiştir. Yarımadanın zirvesinde açık alan müzesi olarak değerlendirilen içkale bulunmaktadır. Sultan Alaaddin Keykubat sarayını burada yaptırmıştır... Kalede yerleşim günümüzde de sürmektedir. Ahşap ve kagir tarihi evlerin önünde tahta tezgahlarda ipek ve pamuklu dokuma yapılmakta, değişik figürlerde su kabakları boyanmakta, küçük bahçelerde otantik yemek servisi verilmektedir. Ayrıca kaleye çıkan yol üzerinde ve limana egemen yamaçlarında restoran ve kafeteryalar vardır. Kale taşıt trafiğine açıktır. Yürüyerek ise yaklaşık 1 saatte çıkılabilir.




KIZILKULE


Limandadır. Kentin sembolü olan sekizgen planlı yapı 13. yüzyıl Selçuklu eseridir. 1226 yılında Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından Sinop Kalesi`ni yapan Halepli yapı ustası Ebu Ali Reha el Kettani`ye yaptırılmıştır. İnşaat sırasında belli bir yükseklikten sonra taş blokları kaldırmak güç olduğu için üst kısmı pişmiş kırmızı tuğlalarla yapılmış ve bu nedenle Kızılkule adını almıştır. Kule duvarlarında antik çağdan kalma mermer bloklar görülmektedir. Sekizgen planlı ve her bir duvarı 12.5 metre genişliğinde olan kulenin yüksekliği 33 metre, çapı 29 metredir. İçinde zemin dahil beş kat vardır. Kulenin üstüne yüksek aralıklı ve 85 basamaklı taş merdivenle çıkılır. Kulenin tepeden aldığı güneş ışığı birinci kata kadar ulaşır. Kulenin ortasında bir sarnıç bulunur. Kule denizden gelecek saldırılara karşı limanı ve tersaneyi korumak amacıyla yapılmış ve yüzyıllar boyunca askeri amaçla kullanılmıştır. 1950`li yıllarda onarılan kule 1979 yılında ziyarete açılarak birinci katı Etnoğrafya Müzesi`ne dönüştürülmüştür.

TERSANE


Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat`ın kenti almasından altı yıl sonra Kızılkule`nin yakınında 1227`de yapımına başlanmış ve bir yılda bitirilmiştir. Kemerli beş gözden oluşan tersanenin denize bakan cephesi 56.5 metre, derinliği 44 metredir. Tersane için seçilen yer, gün ışığından en fazla yararlanılacak şekilde planlanmıştır. Tersanenin giriş kapısındaki yazıt, Sultan Keykubat`ın armasını taşır ve rozetlerle süslüdür. Alanya Tersanesi, Selçukluların Akdeniz`deki ilk tersanesidir. Daha önce Karadeniz`de Sinop Tersanesini yaptıran Alaaddin Keykubat, Alanya Tersanesi ile "iki denizin sultanı" unvanını almıştır. Tersanenin bir yanında mescit öteki yanında muhafız odası bulunur. Gözlerden birinde de zaman içinde körlenmiş bir kuyu vardır. Denizden teknelerle ya da Kızılkule`nin yanındaki surlardan yürüyerek ulaşılan Tersane`ye giriş ücretsizdir.


TOPHANE


Tersane`nin bitişiğinde denizden 10 metre yüksekliğinde bir kayaya tersaneyi korumak amacıyla yapılan Tophane vardır. 1227 yılında kesme taştan inşa edilen üç katlı ve dikdörtgen planlı yapıda aynı zamanda savaş gemileri için top döküldüğü bilinmektedir. Tersane ve Tophane`nin Kültür Bakanlığı ve Alanya Belediyesi tarafından bir Denizcilik Müzesi`ne dönüştürülmesi için çalışmalar sürmektedir.
EHMEDEK


Kale`nin kuzey yamacında Bizans döneminden kalan küçük kalenin yerine Selçuklu döneminde "orta kale" olarak yeniden inşa edilmiştir. Giriş kapısındaki kitabeden 1227 yılında yapıldığı anlaşılmaktadır. Adını, Selçuklu döneminin inşaat ustası "Ehmedek"ten aldığı sanılmaktadır. Üçer kuleli iki bölümünden oluşan orta kale, kara saldırılarına karşı stratejik bir yerde ve aynı zamanda sultanın sarayının bulunduğu iç kaleyi de koruyacak konumdadır. Kulelerin günümüze kadar gelen duvarları Bizans döneminde kayalardan yontularak yapılmıştır. Orta kalenin içindeki üç sarnıç günümüzde de kullanılmaktadı r. Kale duvarlarında Selçuklu döneminden kalma gemi resimleri vardır.

SÜLEYMANİYE CAMİSİ


Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad tarafından kentin yeniden düzenlenmesi sırasında 1231 yılında kalenin zirve kısmında, İçkale`nin hemen dışında yaptırılmıştır. Ancak sonraki yıllarda cami yıkılmış ve 16. yüzyılda Osmanlı döneminde Kanuni Sultan Süleyman tarafından tekrar yaptırılmıştır. Tek minareli cami, Alaaddin, Kale ya da Süleymaniye adıyla anılır. Yapı moloz taştan ve kare planlıdır. Sekizgen kasnak üzerine, kiremitli bir kubbesi vardır. Kubbenin askılık görevi üstlenen kısmına akustiği sağlamak için 15 küçük küp yerleştirilmiş tir. İbadet sırasında bu özellik ortaya çıkmaktadır. Son cemaat yeri, dört ayak üzerine kiremitli üç kubbe ile örtülüdür. Kapı ve pencere kapakları Osmanlı döneminin ahşap oyma işçiliğinin güzel bir örneğidir.

BEDESTE


Kale içinde, Süleymaniye Camisi yakınındadır. 14. ya da 15. yüzyılda Karamanoğulları döneminde çarşı veya han olarak yapıldığı sanılmaktadır. Kesme taştan dikdörtgen planlı bir yapıdır... 26 odası vardır ve 13 metre genişliğinde 35 metre uzunluğunda bir avluya sahiptir. Tarihi bina günümüzde otel, restoran ve kafeterya olarak kullanılmaktadı r... Avluya açılan orta çağ dükkanları, otel odası olarak düzenlenmiştir. Bahçe kısmında, merdivenle inilen büyük bir sarnıç vardır. Bahçenin manzarası, bir yanıyla yukarıdaki kale surlarına, aşağıdaki Akdeniz`e ve kumsala bir yanıyla da Toros dağlarına hakimdir. Bedesten, işletmecisinden izin alınarak gezilebilir.


DARPHANE


Yarımadanın ucunda, uzunluğu 400 metreyi bulan sarp kayalıklardan oluşan Cilvarda burnu üzerindeki yapılardır. Halk arasında "darphane" olarak anılmasına karşın kesme taştan inşa edilmiş binalarda para basılması söz konusu değildir. 11. yüzyıldan kalma taş yapılardan biri küçük bir kilisedir, diğerlerinin ise manastır olarak kullanılma olasılığı yüksektir. Küçük kilisenin kubbesi ayakta durmaktadır. Kayaların üstünde bir de sarnıç vardır. Cilvarda burnundaki yapılar topluluğuna İç Kale`den kayalara oyulmuş basamaklarla bir yol bulunmasına karşın yol günümüzde kullanılamaz durumdadır. Denizden çıkış ise zor ve tehlikelidir. Gerek İç Kale`den seyredildiğinde gerekse denizden teknelerle burnu dönerken, etkileyici bir görüntüsü vardır.



AKBEŞE SULTAN MESCİDİ

Kale içinde, Bedesten`in batısında, Süleymaniye Camisi`nin 100 metre kadar ilerisindedir. Alaaddin Keykubat`ın Alanya Kalesi`ndeki ilk kumandanı Akşebe Sultan tarafından 1230 yılında yaptırılmıştır. Dışı kesme taş, içi ve kubbesi tuğla örülüdür. Kare planlı ve iki odadan oluşur. Odalardan biri mescit, diğeri Akşebe Sultan`ın mezarının bulunduğu türbedir. Türbede, üç mezar daha vardır. Eski kalıntılardan mescidin apsisinin çinili olduğu anlaşılmaktadır. Kitabesinde "Tanrı yerin ve göklerin gaiblerini bilir. Allah`ın mescitlerini ancak O`na ve ahiret gününe inananlar imar ederler. 1230 yılında yüce sultan Alaaddin`in günlerinde Tanrı`nın rahmetine muhtaç zayıf kulu Akbeşe yaptırdı" yazmaktadır. Mescidin birkaç metre uzağında moloz taştan kaide üzerinde tuğla gövdeli silindirik bir minaresi bulunur. Şerefe kısmında biten minarenin ilginç bir görüntüsü vardır.

ANDIZLI CAMİ


Tophane Mahallesi`ndedir. Adını hemen yanındaki andız ağacından alan cami 1277 yılında Emir Bedrüddin tarafından yaptırılmıştır. Emir Bedrüddin Camisi de denir. Selçuklu döneminin özgün mimari özelliklerini taşır. Kesme taştandır, yüksek olmayan bir minaresi vardır. Minberi, Selçuklu tahta oymacılık sanatının en güzel örneklerinden birini yansıtır. Camiye, Kızılkule`nin yanından aşağı kapı yoluyla gidilir.


SİTTİ ZEYNEP TÜRBESİ


Kale`ye çıkan yol üzerinde, büyük bir kayanın üzerindedir. Selçuklu ya da Osmanlı döneminden kaldığı tahmin edilmektedir. Yapı, kare planlı ve kubbeli iki odadan ibarettir. Odalardan birinde uzunca bir sanduka vardır; diğer oda boştur. Evliya Çelebi, binanın Bektaşi tekkesi olduğunu yazar. Sitti Zeynep hakkında kesin bir bilgi yoktur. Kanuni Sultan Süleyman dönemi Osmanlı vakıf defterlerinde türbeye ait vakfın adı "Sitti Zeynep bin`t Zeynülabidin" olarak geçmektedir. Türbede mezarı bulunan kişinin bir eren olduğu sanılmaktadır. Türbenin bulunduğu kayanın içine antik çağda ikişer metre uzunluğunda üç lahit oyulmuştur. Antik mezarlar, bir dönem su deposu olarak kullanılmıştır.



HIDRELLEZ KİLİSESİ



Alanya merkezine 10 kilometre uzakta Hacı Mehmetli Köyü sınırları içinde Hıdır İlyas mevkiindedir. Akdeniz`e gören bir yamaç üzerine 19. yüzyıl başında kurulduğu sanılan kilise, günümüzde de Hıristiyan ve Müslüman ziyaretçiler tarafından ibadet amacıyla kullanılmaktadı r. Çatısı kagir, duvarları taş ve küçük bir apsisi olan kilise dikdörtgen planlıdır. Kilisenin içinde ahşap süslemeli bir ara kat vardır. Duvarlardaki freskolar bozulmuştur. Kilisenin 1873 yılında onarım gördüğü kitabesinden anlaşılmaktadır. Alanya Müzesi`nde sergilenen kitabe, Grek abecesi ile Türkçe (Karamanlıca) yazılmıştır. Kilise, Alanya`da yaşayan ve Türkçe konuşan Ortodoksların 1924 yılındaki mübadelede Yunanistan`a gitmeleriyle kapanmıştır. Yanında su kaynağı bulunan Hıdrellez Kilisesi`nin bir adı da Agios Georgios Kilisesi`dir. Kilisenin benzerlerine Antalya Kaleiçi`nde de rastlanmaktadı r. Ören yerine giriş ücretsizdir.


ŞARAPSA HANI



Alanya`nın 13 kilometre batısında şehirlerarası karayolu üzerinde 13. yüzyıldan kalma bir yapıdır. 1236-1246 yılları arasında Selçuklu Sultanı olan Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından tarihi ipek yolu üzerinde kervansaray olarak yaptırılmıştır. Bir dönüme yakın araziye inşa edilen yapının duvarları iri kesme taşlarla örülüdür. Orta çağın önemli konaklama merkezlerinden bir olan kervansaray günümüzde eğlence merkezi olarak kullanılmaktadır.



ALARA KALESİ

Alara Kalesi, Alanya`nın 37 kilometre batısında, denizden 9 kilometre içeride Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat tarafından 1232 yılında yaptırılmıştır. İpekyolu üzerindeki kalenin işlevi, Alara Çayı kenarındaki handa mola veren kervanların güvenliğini sağlamaktır. Kale 200 metreden 500 metreye kadar çıkan sarp bir tepe üzerinde kurulmuştur. Görkemli bir görüntüsü vardır. Dış ve iç kale olarak iki kısımdır. 120 basamaklı karanlık bir dehlizden kalenin içine girilir. Ören yeri olarak düzenlenerek ziyarete açılmadığı için yaban otları ve yıkıntılara dikkat etmek gerekir. Kalenin içinde kayalar oyularak tüneller yapılmıştır. Kalıntılar arasında küçük bir saray, kale görevlilerinin odaları, cami ve hamam vardır. Surları ve patikaları izleyerek Alara Kalesi`nin zirvesine çıkmak isteyenlerin en az bir saatlik tırmanışı göze almaları ve buna göre donanımlı olmaları gerekir. Zirvedeki manzara ise yorgunluğa değecektir.



ALARAHAN



Alara Kalesi`ne 800 metre uzakta bir düzlükte ve Alara Çayı kıyısındadır. Tümüyle kesme iri taşlarla 2 bin metrekare üzerine kervansaray olarak inşa edilmiştir. 1231 yılında yapılan han birkaç yıl önce onarılmış ve bugün restoran ve alışveriş merkezi olarak kullanılmaktadı r. Kervansarayın nöbetçi kulübesi günümüzde de özelliğini korumaktadır. Kervansarayın ikinci kapısı, yolcuların kalacağı mekanlara açılır. Uzun bir koridorun iki yanında odacıklar bulunur. Kervansarayın içinde çeşme, mescit ve hamam vardır. Yapının onarımı sırasında ortaya çıkan taş ustaların imzaları da dikkat çekicidir. Alaaddin Keykubat, Alanya`daki kitabelerde kendisini "Kara ve iki denizin sultanı, Arap ve Acem ülkesinin sahibi" olarak nitelerken, Alarahan`daki kitabesinde "Rum, Şam, Ermeni ve Frenk memleketlerinin fatihi" ünvanını da almıştır. Alarahan`a giriş ücretlidir. Handaki restoranın yanı sıra Alara Çayı`nın kenarındaki küçük kır lokantalarında da yemek yenilebilir ve servis yapılıncaya kadar çayda yüzülebilir.


KARGI HAN

Alanya`nın batısında, Kargı çayının kuzeyindedir. Hanın kitabesi olmadığı için yapım yılı hakkında bilgi yoktur. 46 metre eninde, 50 metre boyunda taş yapıdır. Roma, Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde Akdeniz ile İç Anadolu`yu bağlayan yol üzerinde, Kesikbel mevkiinde kervansaray olarak kullanıldığı sanılmaktadır. Odalarının hepsinin tavanında hava bacaları bulunmaktadır ve odalar orta avlunun etrafında sıralanmıştır. Kapının karşısında taştan oyulmuş sabit hayvan yemlikleri bulunur. Yapı harap durumdadır.

16 Mayıs 2009 Cumartesi

Ulupınardan Fotolar






                                                                                 

Anket Kapandı

Ve bugün itibariyle en iyi marka hangisi ankatim kapanmıştır.
1.%35 oy ile Bosch
2.%21 oy ile Arçelik
3.%14 oy ile Samsung olmuştur.Tüm oy kullanan blog arkadaşlaıma teşekkür ederim.Herkese iyi hafta sonları.Kendinize iyi bakın.

14 Mayıs 2009 Perşembe

Yeni alternatif: Botanik Turları

Antalya'da, yeni alternatif turizm seçeneği "Botanik" turları oldu. Botanik meraklısı turistler de, Antalya'nın zengin bitki örtüsüne hayran kaldı.

Ülkemizin çeşitli turizm alternatiflerinden biri olan "Botanik" turları, yurt dışından her yıl binlerce kişiyi Antalya'ya çekiyor.

Botanik meraklısı turistler, zengin endemik bitkilerini yerinde görmenin heyecanını yaşıyor. Rehberler eşliğinde bir haftalık turla Almanya'dan gelen yaşları 45 ile 72 arasında değişen botanik sevdalısı 17 Alman, Ulupınar Botanik Restaurant'ta incelemelerde bulundu. Ulupınar'ın eşsiz doğasına hayran kalan Alman botanikçiler, bölgedeki ağaçları sayıp çiçeklerini inceleyip bol bol fotoğraf çekti.

Orkideleri hayranlıkla izleyen Alman grup Ulupınar'ın doğasına da imrendi. Bir haftadır Alman gruba eşlik eden Rehber Mehmet Taş, özellikle baharın gelmesi ile ortalığın yeşillenmesi, çeşitli bitkilerin ortaya çıkmasının turistleri oldukça heyecanlandırdığını belirterek "Kayseri'de başlayan turumuz genellikle birçok güzergahta yürüyerek devam etti. Kayseri'den, Ihlara vadisi, Kapadokya derken Antalya'ya geldik. Termessos bölge gezisinin ardından turu Ulupınar'da Botanik Restaurant'ta tamamladık. Ulupınar'ın geniş alanda kurulu bulunan Botanik Restaurant'ın orkideleri onları çok büyüledi. Bir daha gelmek istediklerini defalarca ilettiler." dedi. Alman Grubu adına bir açıklama yapan Botanik Uzmanı Dr. Ulrice ise, Türkiye'nin botanik zengini ender ülkelerden biri olduğunu belirterek şunları söyledi: "Burayı keşfetmek ve bu güzellikleri yerinde görmek çok heyecan verici. Özellikle Ulupınar çok farklı ve doğal yapısı ve orkideleri ile bizleri çok etkiledi. Botanik restaurantta bizlere verilen hizmeti hiç unutmayacağız."



11 Mayıs 2009 Pazartesi

Çocuk Sağlığına Oyunun Katkıları

Oyun, çocuğun fiziksel, zihinsel, dil ve sosyal kapasitesinin gelişmesine fırsat vererek toplum içindeki sosyal rolünün, özdeşiminin ve kendini diğer bireylerden ayıran özelliklerin farkına varmasını sağlar. Çocuk oyun sırasında kendisini ve çevresiyle ilgili bilgileri ifade etme olanağı bulur.

Oyun, çocuğa kurallara uymayı, sorumluluk almayı, işbirliğini ve diğer insanlara saygılı olmayı öğretir. Ayrıca girişimci olma, tehlikeyi göze alma, karar verme ve problem çözme yeteneğinin gelişmesine yardımcı olan önemli bir unsurdur. Bunların yanı sıra, oyun sırasında çocuğun kendisine güvenini geliştirme, duygusal ve sosyal ihtiyaçlarını karşılamada, kendi kendine yeterli olabilme gibi nitelikler kazandırır.

Çocuğun benlik gelişiminde ve sosyalizasyonunda oyun etkili bir gelişimsel süreçtir. Oyun, çocuğun dikkatinin yoğunlaştırılması ve bunun sürdürülmesine olanak sağlar. Oyun sırasında dikkatini bir noktaya toplama deneyimleri yapan çocuk bunu günlük yaşantısına da aktaracaktır.

Oyun oynayan çocuk, zaman ve mekan kavramlarına ait bilgileri çok doğal bir ortam içinde öğrenir. Grup oyunlarında bekleme, devam etme, başlama, bitirme, gibi durumlar zaman kavramının yaşam içinde özümlenmesini sağlar. Ayrıca, bahçede, sınıfta değişik köşelerde yapılan etkinlikler de mekan kavramının gelişimini destekleyici niteliktedir. Bunların yanı sıra, çocuk oyun içinde oyun materyallerini değişik durumlarda kullanarak, renkleri birbirine karıştırarak, nesneleri bir kaba doldurup boşaltarak materyallerin niteliksel ve niceliksel özellikleri hakkında bilgi edinir.

Oyun Tercihini Etkileyen Faktörler

Oyun gelişimini etkileyen faktörler( yaş, sosyoekonomik düzey) aynı zamanda oyun tercihini de etkilemektedir. Bunlardan başka çevre düzenlemesi, materyal seçimi, eğitimcinin fonksiyonu, çocuğun oyun tercihini etkileyen diğer faktörlerdir.

Çevre Düzenlemesi ve Materyal Seçimi

Oyun, doğal, planlanmamış ve açıkça yapılandırılmamış etkinliklerse de, oyun aracılığıyla rastlantısal ve planlanmış öğrenmenin oluşması için, çocuğun yararlanabileceği şekilde çevrenin organizasyonu ve uygun materyal seçimi içeren bir hazırlığın yapılması gereklidir.

Oyun ortamı çocuğun güven duyabileceği ve kolayca maniple edebileceği şekilde düzenlenmelidir. Çocuğun yetenekleri ilgileri ve gelişim düzeyi doğrultusunda, fizik ve zihin gücünü geliştirebilecek bir düzenleme yapılmalıdır. Çocuğun kapasitesi göz önünde bulundurularak ne aşırı uyarıcı yüklü, ne de potansiyelini kullanabileceğinden az uyarıcılı olmalıdır.

Çocuğa Ait Özellikler

Çocuklar, kendi kendilerine oynarken ya da arkadaşlarıyla oynarken, YAŞ ve CİNSİYET’ leriyle ilişkili olarak, zihin, fizik özelliklerine göre oyuncak seçerler. Çocuklar cinsel kimliklerinin bilincine vardıkları dört yaşından itibaren cinsiyet tipli oyuncakları seçerler.

Oyun gelişimini etkileyen faktörler:

1 - Yaş

Çocuğun yaşı, oynanan oyun tipini etkileyen en önemli faktördür. Oyun, dil, zihin, sosyal ve motor gelişim özelliklerinin yansıtıldığı bir aktivitedir. Dolayısıyla oyun, çocuğun yaşına paralel olarak bir değişim ve gelişim göstermektedir. Oyun oynama sürecinde çocuk, sosyal bir birey olarak tek başına oyundan, sosyalize olmuş oyuna doğru bir geçiş sergiler.

2 - Cinsiyet

Kız ve erkek çocukları aynı gelişimsel oyun aşamalarından geçmektedir. Kız ve erkek çocuklarının oyun davranışları arasındaki tek fark, cinsiyetlerine özgü oyun tipini daha fazla tercih etmeleridir. Örnek olarak, kız çocukları daha çok sembolik oyunu, erkek çocukları ise daha çok yapı-inşa oyunlarını tercih etmeleri verilebilir.

3 - Sosyo-ekonomik düzey

Çocukların oyunlarının gelişimi, sosyo ekonomik düzeylerinden etkilenmektedir. Oyun, iyi organize edilmiş zengin uyarıcılı çevresel koşullarda normal gelişimini gösterebilir. Aksi tekdirde, çocuğun gelişimine, dolayısıyla da oyunun gelişimine ket vurulmuş olur.

3. Materyale Ait Özellikler

Değişik amaçlar için kullanılabilecek çok fonksiyonlu olmalıdır. Çocuğun ilgisini çekecek renk, boyut ve yapıda olmalıdır. Dayanıklı, sağlam olmalıdır. Çekici olmalıdır. Bu dikkati yoğunlaştırma ve hayal gücünü motive edici bir özelliktir. Çeşitli gelişim alanlarını birden destekleyebilecek zengin uyarıcıları içermelidir. Çocuğun farklı deneyimlerine fırsat vermek için, oyun materyalleri hem gerçek hem de bunların minyatürü olan iki boyutlu örneklerden seçilmelidir. Materyalde yenilik özelliği de önemlidir. Sürekli aynı materyalde oynayan çocuk için materyal çok fonksiyonel olsa bile ilk cazibesini kaybeder. Bu nedenle materyallerin belirli zamanlarda değiştirilmesinde yarar vardır. Çocukların yararlanabilecekleri oyun materyallerini aşağıda belirtildiği gibi gruplandırmak mümkündür.

1- Büyük kasların gelişimini destekleyen oyun materyalleri;Tırmanma aletleri, itme ve çekme aletleri, büyük toplar, yuvarlanma minderleri, bloklar, bisiklet.

2- Küçük kasların gelişimini destekleyen oyun materyalleri; çeşitli renkli kağıtlar, makas, dikiş panoları, boncuk, ip, manupulatif oyuncaklar, boş kutular.

3- Duyu ve kasların gelişimini destekleyen oyun materyalleri; Farklı özelliklerdeki dokunma panoları, yıkanabilir, kırılmaz bebekler, ses çıkaran oyuncaklar.

4- Belleği çalıştıran, problem çözme becerisini geliştiren oyun materyalleri; Yap-boz, takmalı, sökmeli oyuncaklar, ip ve boncuk, halka, anahtar, kilit, ayna, büyüteç, mıknatıs, boncuklu hesap tahtası, kitaplar.

5- Dramatizasyon materyalleri;Mesleklere özgü giysiler, takılar, mutfak malzemeleri, temizlik malzemeleri, kuklalar.

6- Duyu ve düşünceyi açığa çıkaran yaratıcılığı geliştiren oyun materyalleri; boya kalemleri, tebeşir, fırça, kum, hamur, kil, tahta, çekiç, çivi, müzik aletleri, artık materyaller.

Çocuk yaşının özelliklerine uygun materyali kullanma eğilimindedir ve materyalin kullanılması da gelişimsel bir takım adımları kapsar.

Çocuk altı aydan itibaren tek bir nesneyle oynar, sonra farklı iki nesneyle ilişki kurar ya da iki nesneyi bütünleştirir. Daha sonra benzer objeler arasında ilişki kurar ve son olarak sembolik amaçlar için onu kullanabilir. Böylece çocuk kullandığı materyale farklı bakış açıları getirerek çevresiyle ilgili farklı bilgilerini yansıtabilir

Yedi aylık bebek, görme ve dokunmayla ilgili görsel ve dokunsal deneyimler ile objeleri manipule eder ve objeleri ağzına alarak tanımaya çalışır. Onüçüncü ayda materyalin fiziksel fonksiyonuyla ilgilenir, onsekizinci aya doğru iki obje ile basit fakat önemli zihinsel fonksiyonlu ilişkiler kurabilir. Nesnenin manipulasyonu zihinsel gelişimin bir göstergesidir. Ve erken çocukluk döneminden itibaren gözlenen bu manipulasyon davranışları, ilkel oyun davranışlarının temeli olarak düşünülmektedir.

Çocuk, bir nesneye göre gösterdiği tepkiyi, diğer bir nesneye de aktarabilmeyi başarmışsa materyalle sembolik düzeyde oynayabiliyor demektir.

Çocuğun materyali sembolik düzeyde kullanması, tasavvur yeteneğinin gelişmiş olmasını gerektirir. Bu, dış dünyadaki eylemlerin içte temsil edilmesidir. Çocuk iki yaşına kadar yeni durumlara deneme yanılmalarla uyum sağlar. İki yaşından sonra çocukta tasavvurlu düşüncenin ürünü olarak anlama gelişmeye başlar, olayları kendine göre zihninde canlandırabilir. Ancak bu zihinsel olgunlaşmayla birlikte herhangi bir nesneyi başka bir nesnenin yerine geçecek bir kullanım ortaya çıkar.

Sembolik oyun gelişiminin ilk dönemlerinde, asıl nesne ile nesnenin yerine geçecek nesne arasında fiziksel olarak benzerlik gözlenmektedir. İleri aşamalarda, iki nesne arasında bir benzerlik olmasa da çocuk hayal gücünü kullanarak, ilk defa karşılaştığı nesneyi zihnindeki eski şemalar içinde değerlendirir ve yeni bir durum içinde sembolik anlamda kullanabilir..

Oyun Sırasında Eğiticinin Rolü

Çocuklar arasında bireysel farklılıklar vardır, bazı çocuklar zaman zaman yetişkinin rehberliğine ihtiyaç duyabilir, çocuğun böyle bir anda eğitimcinin yanında olduğunu düşünmesi onu rahatlatacaktır. Oyun çocuklara deneme yanılma yolu ile problemlerine çözüm getirmelerine yardımcı olur ve çocukların belirli riskleri göze alma deneyimlerini arttırır. Eğitimcinin oyunun çocuğa bu katkıları göz önünde bulundurarak, çocuğa yapacağı rehberliği bir yöntemle belirlemelidir. Eğitimci ne aşırı aktif ne de aşırı pasif, geri planda bir tutum içine girmemelidir. İhtiyacı olduğu anda çocuğu gerçekten rahatlatacak ve onu bir ileri düzeye götürecek bir rol üstlenmelidir. Ancak çocuğa kendi problemini kendi çözebileceği kadar bir süre tanınması gerektiği de göz önünde tutulmalıdır.

Okula yeni başlayan yada çeşitli duygusal problemleri gözlenen bir çocuk için eğitimcinin yönlendirici rehberliğinin özel bir önemi vardır. Bu çocuklar kendilerini ifade etmede, oyuna ilk adımı atmada, başlanan bir oyunu bir düzen içinde sürdürmede ihtiyaç duydukları desteği eğitimcinin bu yöndeki yönlendirmelerinde bulacaklardır.

Oyun ve Oyuncak Seçerken Nelere Dikkat Etmeliyiz

Oyuncak kutusunda kilit olmamalı, ya da kendiliğinden kapanan ama çocuğunuza zarar vermeyecek bir mekanizma bulunmalı. Oyuncaklar çocuğun yaşına uygun olmalı. Kolayca kopup, çocuğun ağzına atacağı küçük parçaları olmamalı. Sivri uçları, kesici kenarları olmamalı. Parmaklarının sıkışabileceği ek yerleri olmamalı. Gözlerine zarar verebilecek çıkıntıları olmamalı. Çocuğunuza uygun büyüklükte ve ağırlıkta olmalı. Zehirsiz boyalarla boyanmış olmalı. Oyun değeri olmalı ve sadece yıkıcı deneyler yapmak için kullanılmamalı. Oyuncaklar düzenli olarak gözden geçirilmeli, hasarlı ve kırık olanlar atılmalı. Dış alanlarda: Oyun alanının tabanı yumuşak, etrafı çitle kaplı olmalı. Oyun alanından zehirli bitkiler temizlenmeli. Oyun araç ve gereçleri yere güvenli bir şekilde sabitlenmeli. Bozuk paralar, kibrit, çakmak, sigara izmariti oyun alanında olmamalı. Mutfakta oyuncak bulunmamalı.

Kaynak:
Dr. Hülya Ercan, Doç Dr. Songül Yalçın
Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültes

10 Mayıs 2009 Pazar

(KÜRTAJ)BİR HAYAT VE ANNELER GÜNÜ

Size kürtajla duyduğum ve yakın çevremin başından geçmiş bir olayı anlatmak istiyorum.Bu olay bizim karşı komşumuzun başından geçiyor:


Bu kişinin o aralar 2 çocuğu var biri kız diğeri erkek.Kadın tekrar hamile kaldığını öğreniyor ve aldırmak istiyor.Gidip aldırıyorda.(Nasıl kıyıyor hala anlamış değilim.Bu konuda o kadar kızgınım ki bu insanlara elimde olsa boğabilirim!)

Aradan biraz zaman geçiyor kadın ın canı hala onu yemek istiyor bunu yemek istiyor yani hala aşeriyor.

Neyse gel zaman git zaman anlıyor ki hamile!!Aldırdığı o minik bebek ikizmiş ve o gitmiş ikizi şuan hala hayatta ve adıda BARIŞ
NOT:Ölen bebek ise rüyalarında hep annesine kefen içinde sunulmuş.

Demek istediğim dünyaya geliyorsa eğer o bebek rızkıyla geliyordur.Kulun canını bir başka kul alamaz bu en yakını annesi bile olsa.
Ancak onun canını yine onu YARADAN alabilir.
Bakmaya gücün yoksa eğer yapma,o senin karnında yaşamaya başlayıncada onun canını almaya hakkın yok.
Ne anneler,ne aileler var ki çocuk hasretiyle yanıp tutuşuyorlar.
Bu kadar cani olacağına doğur bir başkasına evlatlık ver.
Çünkü sen en başından vazgeçmişsin zaten ondan.
En azından bir başkasına dünyaları bağışlamış olursun.
Bu konuda daha o kadar yazacak şeyim var ki.
Daha fazla uzatıp okuyanlarıda sıkmaya gerek yok diye düşünüyorum.Kendinize ve meleklerinize iyi bakın.

ANNELER GÜNÜ
Burdan tüm annelerin,Annemin,Anne olan blog arkadaşlarımın ve Anne olacak ve Anne adayı tüm blog arkadaşlarımın ANNELER GÜNÜ KUTLU OLSUN...